GÖRÜŞ

Avrupa ile Ekonomik Entegrasyon – Türkiye’nin Geçmişteki ve Gelecekteki İlerlemesinin Anahtarı

13 Mart 2015


Martin Raiser Brookings

Türkiye küreselleşmenin ve ekonomik entegrasyonun kazananlarından birisidir. Ticarete ve sermaye akışlarına açılmak, Türkiye’nin ekonomik modernizasyon sürecinin hem lokomotifi hem de hızlandırıcısı olmuştur. Özellikle, AB ile olan Gümrük Birliği ve bunu takiben katılım müzakerelerinin başlatılması  Türkiye’nin AB Yakınsama Makinesinin bir parçası olmasını sağlamıştır. Ekonomik entegrasyon geçmişteki ilerlemenin ana sürükleyicilerinden birisi olmuştur –ve aynı zamanda Türkiye’nin gelecekteki beklentileri için merkezi öneme sahiptir. Bu Brookings Enstitüsünde Türkiye’nin Transatlantik bölgesi ile entegrasyonu ve Orta Gelir Tuzağından kurtulma beklentileri ile ilgili olarak düzenlenen bir oturumda ele alınan konulardan birisiydi. Orta Gelir Tuzağından kurtulma konusunu daha önceki bir blog yazımda ele almıştım. Bu blog yazımda da Transatlantik bölgesi ile entegrasyon konusunu ele alacağım.

1980’lerin başlarından bu yana, Türkiye’nin küresel ihracat ve ithalattaki payı dört kat artmıştır ve ticaretin GSYH’ya oranı yüzde 10’un altında iken bugün yüzde 50’yi aşmıştır (Grafik 1). Türkiye’nin artan küresel ekonomik ağırlığı Çin veya Doğu Avrupa’nın performansı ile çok uyumlu olmasa da Brezilya, Hindistan ve Rusya gibi diğer büyük yükselen piyasalardaki gelişmeler ile benzerlik göstermektedir. 

Image

Türkiye’nin başarılı entegrasyonuna birkaç kilit politika katkıda bulunmuştur.  

1. İlk olarak, Türkiye Ocak 1980’de uygulamaya konulan paket ile  Türkiye eski Komünist Blokta geçiş sürecinin başlamasından yaklaşık on yıl önce kapsamlı bir ekonomik serbestleştirme sürecini başlatmıştır. Başlangıçta ticaret faaliyetlerinde yaşanan ani bir yükselişin ardından, 1990’lardaki istikrarsız makroekonomik yönetim 2001 finansal krizi ile sonuçlanmıştır. Ancak 2001 yılından itibaren uygulanan liberal ekonomi politikaları ve sağlam makroekonomik yönetim Türkiye’nin ekonomik yakınsama sürecini tekrar başlatmasına ve küresel likidite bolluğundan yararlanmasına olanak tanımıştır.

2. İkinci olarak, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile imzaladığı ve Ocak 1996’dan bu yana yürürlükte olan Gümrük Birliği Anlaşması  Türkiye’nin imalat sektörünün Avrupa kalite standartlarını benimsemeye zorlayarak ve Avrupa üretim ağları ile entegrasyonu teşvik ederek sektörün teknolojik modernizasyonu için bir katalizör rolü oynamıştır. Entegre değer zincirleri içerisindeki ticaretin boyutlarının özet ölçülerinden birisi olan sektör içi ticaret, 1990 ile 2012 yılları arasında Türkiye-AB ticaretinin yüzde 30’u seviyesinden yüzde 50 seviyesine yükselmiştir. Ayrıca, maliyetli menşe kurallarına duyulan ihtiyacı ortadan kaldırdığı için Gümrük Birliği Anlaşmasının Türkiye’nin AB’ye olan ihracatını bir Serbest Ticaret Anlaşmasına göre yüzde 7’ye kadar arttırmış olduğunu tahmin ediyoruz.

3. Üçüncü olarak, Türkiye’nin altyapı yatırımları büyüyen bir ekonominin ihtiyaçları ile aynı hızda ilerlemiştir. Örneğin karayollarına, havaalanlarına, limanlara ve gümrük tesislerine yapılan önemli miktarlardaki kamu ve özel sektör yatırımları sayesinde,  Türkiye’nin lojistik performansı birçok yüksek gelirli ülke ile eşit düzeylerdedir; Türkiye  bu alanda dünya sıralamasında Polonya, Çek Cumhuriyeti, Meksika, Romanya veya Brezilya gibi rakiplerini geride bırakarak 31. sırada yer almaktadır. Son  zamanlardaki ticaret artışının büyük bir kısmının yattığı küresel değer zincirlerine etkili bir katılım için iyi lojistik olanakları temel bir gerekliliktir.

Son üç yılda, Türkiye’nin ekonomik büyüme motoru aksamaya başlamıştır. Bazıları bunun sebebinin zayıf bir AB ekonomisine aşırı bel bağlamak olduğunu düşünmekte ve diğer piyasalara doğru bir çeşitlendirmenin gerekli olduğunu savunmaktadır. Aslında, AB piyasalarındaki ani yavaşlama ile birlikte, Türkiye’nin Orta Doğu ile ticareti artmıştır ve Türkiye başarılı bir şekilde pazarlarını Afrika ve Latin Amerika’yı da kapsayacak şekilde genişletmektedir. Bununla birlikte, bundan AB ile daha fazla entegrasyonun gereksiz olduğu sonucunu çıkartmak yanlış olacaktır. Analizimiz üçüncü piyasalarda çeşitlenmeyi en iyi başaran şirketlerin  AB piyasasında başarılı bir şekilde yerleşen şirketler olduğunu göstermektedir. Bu şirketler aynı zamanda AB’ye ihracat yapmayan şirketlere göre daha yüksek üretkenlik artışına sahiptir ve çalışanlarına daha yüksek ücret ödemektedir. Avrupa pazarı dünyadaki en dinamik pazar olmayabilir, ancak halen kalite bakımından standart belirleyici bir pazar olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Image

Bazıları ise Türkiye’nin kronik ticaret açığını kapatmak için ithalata olan bağımlılığını azaltması gerektiğini savunmaktadır. Bu da yine ters bir sebep sonuç ilişkisi doğurabilmektedir. Analizimiz üretimde ithalat içeriği daha yüksek olan ve daha kaliteli mallar üreten ihracatçı şirketlerin ihracat pazarlarında ayakta kalma şansının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor (Grafik 2). Türkiye’nin kaliteyi yükseltebilmek ve değer zincirinde daha yukarılara çıkabilmek için daha az değil daha çok entegrasyona ihtiyacı bulunuyor.

 



Api
Api

Welcome